Bosna Hersek, acı ve gözyaşının kesintisiz devam ettiği, umudun hiç mi hiç tükenmediği, onurun da kaybolmadığı güzellikler ülkesi… Dönüş yolunda şöyle seslenmiştim: “Güzellikler ülkesinden acılara sarılarak geliyorum. Gözümde nehirler var benim… Sanma ki biterim! Ölüp ölüp diriliyorum… Unutma! Zehri bal eden sözlerim var benim…”
Bosna Hersek’in güneybatısındaki Una-Sana’daki Una nehri, bölgenin en eski nehridir. Bölgenin tarihinde zümrüde benzeyen suları hakkında sayısız şiir, şarkı, peri masalları ve kitaplar yazılmıştır. Una nehri bir hatıralar diyarıdır. Bosna’da kime sorsanız Una ile ilgili illa ki bir hatırası vardır. O yüzden Bosna-Hersek’te en çok korunan nehir de Una’dır ve ailenin bir ferdi gibidir Una. Toplam uzunluğu yaklaşık 200 kilometredir ve heybetli kanyonlar oluşturur. Dağlarla çevrili yollardan geçerken o size yarenlik eder. Camlarınızı açmışsanız, onun coşkulu akışına şahitlik edersiniz. Yorulursanız size kucak açar, serinleten ve huzur veren göğsünde dinlendirir.
Bosna’yı “derin” olarak tanımlarken, “görünen” ve “görünmeyen” diye de ikiye ayırmak gerekiyor. Biri aldatıcı, öteki irkiltici… Biri sinema şeridi gibi akan, öteki ise hakikatin kendisi gibi durağan ve olağan… Biri ruhsuz, öteki kılcal damarlara kadar işleyen dert… Uzayıp gidiyor bu tanımlar; hislerinize kanal tedavisi uygulamazsanız, bu tanımları rahatlıkla yapabiliriniz.
Şehrin büyük çoğunluğu restore edilmiş ama hâlâ bomba ve mermi izleriyle dolu. Belki de bilerek öyle bırakıyorlar; sırf savaş ve savaş sırasında yaşanan katliamlar/soykırımlar unutulmasın diye…
Köprüler ve tüneller
Evlad-ı Fatihan Bosna Hersek, 51 bin 129 kilometrekarelik alana yayılan ve başkenti Saraybosna (Sarajevo) olan, 4 buçuk milyonu aşan nüfusu ile Avrupa’da solmayan bir zambak çiçeğidir. Denize (Adriyatik) açılan tek kıyı şeridi, 20 kilometre uzunluğa sahip Dalmaçya’dır. İsmini, topraklarını sulayan/besleyen ve doyuran Bosna nehrinden alır. Buna nehri üzerinde, yatağın çıktığı yerde bir uç beyi gibi duruyor Sarı Saltuk Türbesi. Rivayete göre Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin talebelerinden olup Rumeli ve Balkanların fethinde önemli rolü olan bir alperendir. Yeraltından şifalı sular çıkardığı rivayet edildiğini duyunca şaşırmıyorsunuz, zira Bosna Hersek’in Balagay şehrinde bulunan tekkesi, Buna ırmağının çıktığı ve gözenin bulunduğu koca bir kayanın dibindedir. Nehrin debisi, soğukluğu, derinliği ve ihtişamı karşısında hayranlığınızı gizleyemiyorsunuz. Fatih’in fethinden beri tüm şehirlerde Bilâl’in sesi yankılanıyor.
Adım başı Osmanlı’yı görmek, sanırım buralara dokunan ecdadın parmak izlerinin objeler üzerinde bıraktığı silinmez izlere bağlıdır. Osmanlı fetih için gittiği ve geçtiği her yeri çeşmeler, sebiller, köprüler ile bezemiştir. Batı’da heykelle önümüze çıkan aidiyet duygusu, Doğu’da sebille şekillenir. Bosna sokaklarında sayıları giderek azalan, şimdilerde külliye ve cami önlerinde kalanların hayatını idame ettiği çeşmeler var. Rivayete göre, çeşmenin solundan içersen Bosna’ya yine gelirsin; biz de avuçlarımızı çeşme önüne uzatıyor, kana kana içiyoruz. İçerken çeşmelere taş dizen ustalara, kümbetlere firuze giydiren mimarlara ve zikirlere yön veren şeyhlere selam ve Fatiha gönderiyoruz.
Yağmurle gelen hoşamedi
Bosna, bizi incecik bir yağmur resitali ile karşılıyor. “Yanınızda şemsiye bulundurun; yağmurun ne zaman yağacağı belli olmaz” uyarılarını dikkate alıyoruz. Buraya bu kadar yağmur düşmesinin sebeplerini arıyorum. İklimsel olarak değil, bilimsel hiç değil… Çok can kaybedilmiş ve çok kan düşmüş bu topraklara. Onun içindir yağmurun çok düşüyor olması. Bunca akan kan, başka nasıl temizlenirdi ki bu coğrafyada?
Yalnızdır Bosna, biraz da soğuk… Üstelik Batı’nın göbeğinde… Oysa hasretle yanıyorsa yürek, ırağı yakîn eder vuslat türküleri. Ve sımsıcak bir atmosfere çevirir yüreğe her dem düşen cemreler; suyu billurlaştırır ve yeşile boyar…
Ülkeye ismini veren Bosna nehri Zenica’dan geçiyor. Bu nehrin oluşturduğu vadi, Bosna’nın en güzel vadilerinden biri olup, Sarajevo yakınlarındaki Ilıdža’ya yakın bir bölgede doğar ve Bosanski Samac yakınlarında Sava’ya akar. Bu nehir yolu, Bosna’da tabiî bir kuzey-güney koridoru oluşturur.
Drina, Balkanlar’a uzanan Sava ırmağının 346 kilometre boyundaki en büyük kolunun adıdır. Biri Durmitor, diğeri Komovi dağlarından çıkan Piva ile Tara akarsularının birleşmesinden meydana gelmiştir. Eğimli arazide yolunu bulan nehrin büyük bir bölümü, Sırbistan ile BosnaHersek arasındaki sınırı oluşturur. Drina, çok hızlı akan, soğuk ve yeşil suya sahip bir nehirdir. Her biri ayrı bir gerdanlıktır nehirlerin gururla takılan. Uçsuz bucaksız ovaları, aç susuz kalanları doyurur dünya kuruldu kurulalı. Hele fethin ayak izlerini, şanlı ordunun Allah-u Ekber seslerini duyuyorsa bir başka akar sular…
Bosna-Hersek’te Vişegrad, Skelani, Bratunac ve Zvornik, Sırbistan’da Loznica ve Badovinci yerleşim birimlerinde köprüler bulunmaktadır. Vişegrad’da bulunan meşhur Drina Köprüsü, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına 1577’de yapılan 11 gözlü bir köprüdür. Köprüler yapmış ecdat, gidip gelinsin, yalnız ve tek başına bırakılmasın diye. Fatih’in emanetine sahip çıkılsın diyedir bütün köprülerin tam da ortasına konulan ezan taşı; kesintisiz, fasılasız okunsun diye…
Su, medeniyettir
Miljacka (Milyatska) nehri, “Saraybosna ırmağı” olarak da bilinir. Nehir, şehri ikiye bölmesine rağmen nedense kirlenmez; hem güzellik katar şehre, hem bereket. Yağmur sularını toplar taş duvarlarla çevrilmiş kollarının arasına ve durmaksızın akar da akar.
Neretva nehri ve Mostar
Neretva üzerinde dünyaca ünlü Mostar Köprüsü var. Bosna’ya gelip de Mostar’ı görmeden gitmek olmaz! Saraybosna’dan Hersek bölgesinin en önemli kenti Mostar’a doğru yola çıkıyor, bir saat sonra Konyiç kentinde mola veriyoruz. Neretva neh rinin büyüleyici güzelliğiyle ikiye ayrılan kenti, bir “gerdanlık” gibi süsleyen 6 kemerli ve yine Osmanlı eseri olan tarihî Konyiç Köprüsü birleştiriyor.
Yeniden yola koyuluyoruz…
Mostar, direncin sembolüdür. Sarajevo’dan yaklaşık 120 kilometre mesafededir. 1566 yılında, Mimar Sinan’ın kalfası Mimar Hayruddin tarafından inşa edilmiş Mostar Köprüsü. Koski Mehmet Paşa Camii’nin avlusundan geçerek yüzleşiyoruz Neretva ve üzerindeki muhteşem köprüyle. Bir akşam ezanı yankılanıyor gökkubbede…
Mostar, Bosna Sancak Beyliği’nin bekçiliğini yapmıştır. Asırlardır devam eden bu ulvî görevine dur durak bilmeden devam etmiş, kültürleri, medeniyetleri, dinleri ve dilleri birbirine bağlamış. Allah’ın 99 ismini hatırlatan merdivenlerini geçenler, bilerek yahut bilmeyerek o zikir halkasına dâhil olmuşlardır. Mostar kentinin ruhunu yirmi yıl önce topa tutmuşlar. Yıllarca “medeniyetleri birleştiren” ve hoşgörünün sembolü olan tarihî köprü, sinesinde patlayan her gülleye aldırış etmeden yiğitleri taşımış bir kıyıdan öbür kıyıya. Sonra Hırvat birliklerinin tank atışlarına dayanamayarak yorulmuş, bitap düşmüş ve dayanacak gücü kalmayınca kemerini Neretva nehrinin soğuk sularına bırakmış.
Savaşın bitiminde Avusturya’dan getirilen dalgıçlar tarafından orijinal taşları özenle çıkarılmış, Türkiye’nin girişimleriyle bir inşaat firması tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılarak bir daha yıkılmamak üzere kollarını birbirine geçirmiştir.
Vefalı taşlar
Fotoğraflarla bu ânı ölümsüzleştirip Tarihî Türk Çarşısı’nı gezmeye çıkıyoruz. Mevsim itibariyle seyrek sa yıdaki turistlerle dar sokaklar arasından geçip nehrin kıyısına iniyoruz. Yıkım sonrası kenarda duran tonlarca ağırlıktaki eski köprüye ait taş yığınlarıyla karşılaşıyoruz burada. Vefa gösterip ayrılmamışlar ne yeni köprüden, ne de kendisine tanıklık eden Neretva nehrinden. Çok istememe rağmen, evlenecekleri kızlara cesaretlerini göstermek için köprüden atlayan Boşnak gençlere rastlayamadık. Mevsim yaz olsaydı denemek isterdim…
Üçgen
Bosna-Hersek’in fizikî yapısı bir üçgeni andırmaktadır. On gün içinde gezdiğimiz tüm şehirlere dağlık arazî koşullarını aşarak ulaştık. Bahsi edilen arazi, Sava ve Neretva ırmaklarının sularıyla birbirinden ayrılır ve İgman tepesinin eteğindeki bir kaynaktan doğduktan sonra 271 kilometrelik bir yol izleyerek Sava nehri ile birleşir.
Ülkenin en verimli toprakları burada, yani kuzeydedir. Doğuda çam, kayın ve meşe ağaçlarından meydana gelen ormanlık alanlar boy gösterirken, kömür, demir, bakır, manganez, kurşun, cıva ve gümüş yönünden zengin olan yeraltı kaynakları ile de dikkat çekiyor.
Yazları sıcak, kışları soğuk olup, tipik Akdeniz iklimi hâkimdir. Bu alanda tahıl ve patates üretiminin lideri konumundadır. Ardından sebze, şekerpancarı, keten ve tütün gelir. Yine Bosna’nın orta ve kuzey kesimlerinde meyvecilik ve bağcılık gelişmiştir.
Bosna’daki ana renkler kırmızı ve yeşil
Biri akan kanı, diğeri de o kanı temizleyen ırmakları temsil eder “kırmızı ile yeşil”. Bosna Hersek, tam anlamıyla yemyeşil dağlar, berrak ve tertemiz sularıyla nehirler ve ırmaklar diyarı. Buram buram tarih kokuyor. Etrafı sıra dağlarla çevril miş, bol suya ve nehirlere sahip Balkan çiçeği “Bosna”… Hangi yöne giderseniz gidin, yemyeşil dağlar, berrak sular, nehirler ve ırmaklar sizlere yol buyunca eşlik edecek ve size huzurun sesini fısıldayacaktır. Tıpkı İgman dağlarından geçerken hissettiğiniz huzur gibi…
Zümrüt yeşili nehirler
Bosna-Hersek’in güneybatısındaki Una-Sana’daki Una nehri, bölgenin en eski nehridir. Bölgenin tarihinde zümrüde benzeyen suları hakkında sayısız şiir, şarkı, peri masalları ve kitaplar yazılmıştır. Una nehri bir hatıralar diyarıdır. Bosna’da kime sorsanız Una ile ilgili illa ki bir hatırası vardır. O yüzden Bosna-Hersek’te en çok korunan nehir de Una’dır ve ailenin bir ferdi gibidir Una. Toplam uzunluğu yaklaşık 200 kilometredir ve heybetli kanyonlar oluşturur. Dağlarla çevrili yollardan geçerken o size yarenlik eder. Camlarınızı açmışsanız, onun coşkulu akışına şahitlik edersiniz. Yorulursanız size kucak açar, serinleten ve huzur veren göğsünde dinlendirir.
Bihaç’ın ana şehirlerindendir Una-Sana. Rafting sporlarına elverişli olduğundan senede iki kez Mayıs, Temmuz ve Eylül aylarında rafting yarışları yapılır.
Nehir yatakları üzerinde köprüler, yanlarında ise konaklamanız için oteller, pansiyonlar ve kamp yerleri mevcuttur. Alışılagelmiş tatil anlayışını yıkmak istiyorsanız buralara gelmelisiniz. “Denize ve deniz manzaralı yerlere çok gittik, denizi besleyen nehirleri ise ihmal ettik” diyorsanız -ki dediğinizden eminim-, o halde Rumî gibi “Gelin!” diyorum, “Su medeniyetinin zümrüt takılı gerdanlığını seyre gelin”.
Ayrıca Una nehrini çevreleyen dağlarda kış sporlarından olan kayak yapılırken, kanyonlarında yamaç paraşütü yapanlara da rastlayabilirsiniz.
Su cenneti
Bosna-Hersek tam bir su cenneti… Bini aşkın nehir ve dere bulunuyor burada. Avrupa’nın en büyük kaynak suları burada ve yapılan ölçümlerde, toplam uzunluğu 10 bin kilometreyi bulan nehirlerin yüzde 92’si birinci sınıf kalitede suya sahip. İlginç olan ise şu: Geçen yıl 14 milyon dolarlık hazır su ihracatı gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, buradan çıkan suların işlenerek tekrar bu ülkeye satıldığını söylüyor rehberlerimiz.
Debisi ve soğukluğu ile alabalık ve su ürünleri üretimi açısından en ideal suya sahip burası. Özellikle Una, Neretva, Vrbas, Bosna ve Drina, bu nehirlerin başında geliyor.
Blagay
Blagay’da büyük bir kayanın altından çıkan ve Neretva nehrini besleyen Buna’nın soğuk suyu ve etkileyici manzarasını anlatmaya kelimeler kâfi gelmez. İlla yerinde gezmek ve görmek gerekir. Onun her santimetresindeki helezonlarını, semazen gibi kendi etrafında raks edişini, kulak verirseniz “Hû” deyişini yerinde görmeniz ve duymanız gerekir.
Bosna’nın fethini kolaylaştıran bir alperen yatar o kayaların dibinde: “Sarı Saltuk”. Balkanların İslamlaşmasında önemli etkisi olan Anadolu erenlerindendir Hazret-i Pir.
Blagay da diğer şehirler gibi Osmanlı izlerini taşıyor. Sarı Saltuk Türbesi’nin girişinde Fatih Sultan Mehmet Han’ın fermanı var. Fethedilen topraklardaki hiç kimsenin zarar görmeyeceğine dair vadedilmiş olan sözler var fermanda. Hemen kaynağın kenarında ise, Türk mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan Alperenler Tekkesi bulunuyor. İçinde bir vakti eda etmeniz, var olan huzurunuzu arttıracaktır.
Tek tek dizilmiş taşların üzerinde ilerliyorsunuz… Ayakkabılarınızın taşa dokunuşu, size tarihî dokudan bir yankı olarak geri dönüyor. Gözünüzü sulardan ayıramıyorsunuz. Anadolu’nun ruhaniyetini görüyorsunuz attığınız her adımda; solukladığınız ve içinize çektiğiniz her nefeste, yudumladığınız her su damlasında…
Ayvaz Dede Şenlikleri
Geçen yıl 504. kez kutlanan Ayvaz Dede Şenlikleri, Boşnaklar Orta Bosna’da Kraula, Prusac kasabaları ve Ajvatovica dağında, Haziran ayında düzenleniyor. İnanışa göre Ayvaz Dede, Akhisar’dan gelen ve Bogomiller’in yaşadığı bu dağı yurt tutan bir alperen derviş. Değirmencilikle uğraşmış ve kısa zamanda tüm Boşnakların sevgisini kazanmış.
Rivayete göre uzun süren kuraklık döneminde Boşnaklar, çaresizlik içinde Ayvaz Dede’ye başvururlar. Ajvatovica’daki büyük kaya, suyun önünde büyük bir engeldir ve Boşnaklar, Ayvaz Dede’den bu suyu isterler. Ayvaz Dede inzivaya çekilir ve 40 gün, 40 gece dua ve ibadetle Allah’a yakarır. 40. gün o heybetli kaya ortadan ikiye yarılır ve Boşnaklar suya kavuşur. Bu rivayete göre Boşnaklar, bu tecelli sonunda Müslüman olmuşlardır. Ve bir Müslüman, yine suyla yıkanarak Rabbine kavuşur…
Kahve ve su
Kahve öncesi içilen su ile ilgili iki rivayet vardır. Bunlardan birincisi şöyle: Müslümanlar, kendilerine kahve haram olduğu için, besmele ile içmeye formül aramışlar ve kahve öncesinde bir yudum su alıp besmele çeker, sıra “Elhamdülillah” demeye gelince de yine bir yudum su alırlarmış.
Diğer rivayet ise en çok bilinendir: Kahvenin tadını alabilmek için öncesinde ağzı su ile steril hale getirmek, sonrasında ise telvenin tadını ağızdan çıkarmak için su içilir. Hangisi doğru olursa olsun, su insan hayatının vazgeçilmezidir ve Bosna’da ab-ı hayattır.
Bir hatıra
Rivayet edilir ki, rahmetli Özal, sağlığında üç şeye önem verirdi: GAP, F-16 ve otoyollar… Kurmaylarından olan dönemin bir bakanı cenazesinde şuna şahit oluyor: Ankara’dan İstanbul’a otobandan götürülürken, kendisine havadan F-16’lar eşlik ediyor ve mezarına GAP’tan getirilen su dökülüyor…
Sebildir sular
Dağı taşı su fışkıran bir nehir cennetidir Bosna. Hangi suya dokunduysak bizi tanıdı; kimi derdimizden, kimi sesimizden, kimi derimizden… Suları hem kaliteli, hem şifalı; kimi sinüzite iyi geliyor, kimi göze. Kaldığımız beş yıldızlı otelde “Çeşme suyunu içebilirsiniz” ibaresi var ki hakikaten de öyle. “Burada suya Boşnaklar para vermezler; eğer bir suya para veriyorsa, bilin ki o buranın ya bancısıdır” diyor yine rehberlerimiz.
Burası biraz Roma, biraz Bizans ama en çok Osmanlı’dır. Burası Balkanlardır, Rumeli’dir; burası Bosna’dır! “Yağmura rahmet, ezana davet, günaydına hayrolsun diyenlerin diyarıdır” burası! Osmanlı’nın kuruluş, yayılma ve yıkılma hikâyelerini bilirsek, yenilenen ruhumuzun yeni yüzüyle karşılaşır ve daha uzun ömürlü oluruz.
İzler ve sesler
Bosna, izler ve seslerin birbirine karışmadığı, hatta silinmediği ama “en çok” acı ve ıstırabın sembolü oldu. Bu coğrafyada o kadar çok kan aktı ki, temizlenmesi için gökyüzünden rahmetin sağanak sağanak inmesi ve temizlemesi lazım. Belki o yüzdendir kısa şehir turunda rehberlerimizin sık sık “Anî yağmur yağabilir, birer şemsiye yanınızda bulundursanız iyi olur” uyarısında bulunmaları. Zaten Başçarşı’da gezerken caddeler açık vaziyette duran rengârenk şemsiyelerle dolu.
Yağmur, acıyı hafifleten ve o acının posası sayılan kiri temizleyen bir rahmet, ehemmiyetli bir nimet, nehirleri, gölleri ve ovaları dolduran bereket…
Aslolan, acıdan sonra çehrenize yapışan tuzun, selden sonra dere yataklarına çöreklenen tortunun berrak bir suyla temizlenmesidir. Bunun için gözyaşına ve yağmura muhtacız. Tıpkı vahşetin izlerini silmede olduğu gibi…
Belki atların kişneyişini, kılıçların sesini duymayacağız, belki yağmur yağmaya devam edecek ama akan gözyaşı duracak ve sıkılan merminin, atılan topun ve de ağlayan çocukların, namusu payimal edilen kadının sesini de duymayacağız…
Buraya turist gibi gelmediğimiz gibi, turist gibi de dönmeyeceğiz! Bugünün entelektüel yazarları, yarın kendinden sonra gelecek kadronun da mimarı olarak, ilk günkü heyecanla “son gün” gelene kadar, dur durak bilmeden gayret göstereceklerdir.
İhmal edilen diş köküne benziyor Bosna
Acı, o acıdan boşalan gözyaşının beslediği bir çınar köküdür Fatih’in yadigârı. Biz kendimizi nedense “büyük ağabey” rolüne kaptırmışız ama bu vazifeyi yerine getirirken zaman zaman ihmalkâr davranmışız; bunu da hatırdan çıkarmamak gerekiyor. İhmalimizin diyeti, “vefa” olarak ödenecektir!
Görünen ve görünmeyen Bosna
Bosna’yı “derin” olarak tanımlarken, “görünen” ve “görünmeyen” diye de ikiye ayırmak gerekiyor. Biri aldatıcı, öteki irkiltici… Biri sinema şeridi gibi akan, öteki ise hakikatin kendisi gibi durağan ve olağan… Biri ruhsuz, öteki kılcal damarlara kadar işleyen dert… Uzayıp gidiyor bu tanımlar; hislerinize kanal tedavisi uygulamazsanız, bu tanımları rahatlıkla yapabiliriniz.
Söz söyleme sırası bizde
Eskiden hava durumları okunurken “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” tabirini çok sık duyardık. Balkanlardan soğuk hava gelmiyor, “çığlık” geliyor ve biz o çığlığa kulak vermek zorundayız!
“Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”(Aliya İzzetbegoviç)
Biz, o sessizliği bozmaya geldik!
Yazar: Adem Yolcu