Bosna bir ‘nehirler ülkesi’… Baharda ülkeyi adeta bir su parkına çeviren bu coşkun nehirlerin üzerindeki köprülerden 60 kadarı Osmanlı’dan kalma… Osmanlı köprülerinden ikisi ise tarihi ve kültürel açıdan diğerlerinden ayrılıyor.
Kış bitti… Baharın en güzel yanlarından biri de gürül gürül akan nehirler. Eriyen kar suları, suların coşkulu akmasının en önemli sebebi. Nehir deyince de aklıma hemen Bosna-Hersek geliyor. Her tarafı akarsularla dolu bu güzel ülke, ilkbaharda en gösterişli günlerini yaşıyor. Bu kadar nehri olan ülkede elbette birçok da köprü mevcut. Bunların 60’a yakını ise zamanın ve savaşların yıkıcılığına direnmiş Osmanlı köprüleri.
Osmanlılar özellikle yükseliş döneminden sonra neredeyse tüm yatırımını Balkanlar’a yapmıştı ve Balkanlar’da da Osmanlı’nın gözbebeği her zaman Bosna olmuştu. Osmanlı’nın ‘Batı Avrupa’ ile sınırını oluşturan Bosna, ihtişamlı eserlerle donatılmıştı. Bunların en başında gelenler ise köprülerdi. Bunlardan özellikle ikisi, adeta Osmanlı’nın Balkanlardaki simgesiydi: Drina ve Mostar…
Çocukken okuduğum ve çok etkilendiğim kitaplardan biri Yugoslav yazar İvo Andriç’in ‘Drina Köprüsü’ydü. Andriç’e Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran bu muhteşem eser, bir köprünün etrafında gelişen olaylarla, Osmanlı’nın Bosna macerasını anlatıyordu. Vişegrad’a oldukça yakın Sokoloviç Köyü’nden devşirilen bir çocuğun, Osmanlı’nın en büyük devlet adamlarından biri olan Sokollu Mehmet Paşa’ya dönüşümünü, ardından Paşa’nın Drina Köprüsü’nü yaptırması ve bu süreçte yaşananları anlatan romanı bir solukta okumuştum.
Yıllardır bu köprüyü görmek istemiş ama bir türlü imkân bulamamıştım. Yıllar sonra, sanat tarihçisi Atilla Tuna ile çıktığımız bir belgesel yolculuğunda bu hasret sona erdi. Saraybosna’dan 3 saat uzaklıktaki Vişegrad, Bosna-Hersek’in doğusunda, Sırbistan sınırına çok yakın, küçük ve köprüsü dışında oldukça sıradan bir şehir.
Sokollu’dan armağan
Bosna, Osmanlı’nın en önemli devşirme merkezlerinden biriydi. Buradan alınan erkek çocuklar İstanbul’da devlet yöneticisi olmak üzere eğitilirdi. Bu yüzden de birçok Osmanlı veziri Bosnalıdır. Dağlar arasında küçücük bir köy olan Sokoloviç’ten alınan Sokollu Mehmet Paşa, İstanbul yolculuğu öncesinde, devşirme toplama merkezi olan Vişegrad’a gelir. Vezir-i azamlığa kadar uzanan yolculuğunun başlangıcı olan bu şehri hiçbir zaman unutmayan Sokollu Mehmet Paşa, vezir olduktan yaklaşık 5 yıl sonra 1571’de Drina Nehri üzerinde bu anıtsal köprüyü yaptırır. Köprünün mimarı bir diğer ünlü devşirmedir: Mimar Sinan.
Yaklaşık 7 metre eninde, 200 metre uzunluğunda, 11 gözden oluşan ve kesme taşlardan yapılan Drina Köprüsü’nün bir diğer adı da Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü… Köprü üzerindeki kitabede Sokollu’nun, köprüyü halka armağan ettiği yazıyor. Aslında köprü çevresinde birçok Osmanlı eseri de bulunuyordu ancak son savaştaki ‘Osmanlı eserleri düşmanlığı’ burada da kendini göstermiş. Şu anda köprü etrafında hiçbir Osmanlı eseri kalmamış durumda.
Aslında köprü de savaşta ciddi zararlar gördü. Ancak Türkiye’nin yardımıyla onarıldı ve bugünkü halini aldı. Savaştan nasibini alan bir diğer köprü ise Mostar Köprüsü’ydü.
Mostar: Bir köprüden fazlası
Mostar kelimenin tam anlamıyla Osmanlı’nın Avrupa’daki simgesi. 21 metre yüksekliğindeki bu görkemli köprü ve çevresi tam bir Osmanlı şehri hüviyetinde. Köprü yapılmadan önce yaklaşık 20 haneli küçük bir köy olan Mostar’da önceden ahşap bir asma köprü mevcuttu. Köprünün her iki tarafında ise kuleler vardı. Kulelerin içinde ise ‘mostari’ (köprü bekçileri) oturuyordu. İşte bu nedenle buranın adı Mostar.
1468’de fethedilmesinden yaklaşık 100 yıl sonra, 1566’da, Kanuni Sultan Süleyman Mostar’a görkemli bir köprü yapılmasını istemiş. Bu köprü, Osmanlı’nın tüm ihtişamını gösterecek anıtsal bir yapı olmalıydı. Bunun için de Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin görevlendirildi. Neretva Nehri üzerinde ‘Hilal’ şeklinde inşa edilen bu taş yapı ve etrafındaki çarşılarıyla bir anda bölgenin en önemli şehirlerinden biri oldu.
Köprü, Bosna Savaşı’nda önce Sırpların, sonra Hırvatların saldırılarına uğradı. Hırvat milisleri, 1993’te köprüyü bombalarla yıktılar. Türkiye’nin ve Dünya Bankası’nın desteğiyle köprü tekrar yapılırken, Neretva Nehri’nin azgın sularında orijinal taşlar vinçlerle çıkarıldı. Köprü 2004’te İngiltere Prensi Charles tarafından açıldı. 2005’te ise UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne alındı.
Mostar’ın bir diğer özelliği ise bölgenin en zengin kültür şehri olması. Şehre yönetici olarak atanan Karagöz Mehmet Bey’in çabalarıyla bir çok medrese ve kütüphane açılmış. Şehirde hâlâ Osmanlı konakları da mevcut. Artık müze otel olarak kullanılan bu otellerin en ünlüsü New York Times tarafından ‘dünyanın en iyi 10 butik oteli’ listesinde de yer alan Muslibegoviç Konağı. Hâlâ tüm güzelliğini koruyan Mostar, defalarca gelseniz bile her zaman sizi etkileyen bir şehir.
Osmanlı köprüleri: Yalın ve zarif
Bosna-Hersek’e 14 yıldır turist grupları götürüyorum. Savaştan yeni çıkmış bir ülkeyi anlatmak bir rehber için en zor işlerden biridir. Savaştan sonraki ilk yıllarda ziyaret edilen yerler Koşevo Stadyumu’ndaki mezar yerleri, Kurtuluş Tüneli, cephe hatları, şehitlikler, Mostar’daki yıkılmış köprü, kurşun izleri bulunan binalar, yıkılmış camiler, harabe kiliselerdi. Yıllar geçtikçe ziyaret programları da değişti. Mezarlık ziyaretleri bitti, kurşun izli binalar azaldı, camiler ve kiliseler bir bir onarıldı. Bu restorasyon projelerinden en önemlileri kuşkusuz Mostar ve Drina köprülerinin restorasyonuydu. Bosna ve Hersek’in en önemli mimari yapıları sayıları 60’a yakın olan anıtsal Osmanlı köprüleridir. Bosna-Hersek yüksek dağlar ve azgın nehirler coğrafyasıdır. Ülkedeki hava koşulları da serttir. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen Osmanlı devleti ülkenin neredeyse tüm nehirleri üzerine köprüler inşa etmiştir. Köprü bir anlamda insanın doğaya meydan okuması ancak doğayla dansıdır da… Bosna-Hersek’teki Osmanlı köprüleri Roma köprü geleneğinin devamcısı olmakla beraber kendi tarzını da beraberinde ortaya çıkarmıştır. Osmanlı köprüleri doğayla iç içedir. Yalındır, sade ve zariftir.