Bir Bosna rüyasıyla uyanmak…

Bir Bosna rüyasıyla uyanmak…

Biz bir Bosna rüyasıyla yeniden uyanmak istedik sabahlara, yarınlara… Belki de nehirler ülkesinde su üstüne yazı yazmayı istedik. Evet bir Bosna rüyasıydı bizimkisi. Aliya’nın izinde inanmak ve mücadele etmek adına biz de varız demek için bir otobüs camından ümmete uzatılan bir eldi bizimkisi.

Yolculuk Aliya’yla başlayıp Aliya’yla bitti. Aliya bilge adam, bizi ümmet yapan adam… Aliya’ya nasıl dua edilir bilemedim… Bir köşe bulup oturdum öylece ve özgürlüğün türküsünü dinledim ondan. Oysa etrafındaki şahadet kardeşlerinden olmak isterdim ama şimdilik gitmek zorundayım, yanında olmak için şimdi gitmeliyim. Müslüman coğrafyalardaki iktidarı elinde bulunduranların, tüm umutlarımızı tüketmeye yüz tuttuğu bir zamanda hep bir ağızdan “Aliya varsa umut vardır” deyip yolumuza devam ediyoruz. Ardında Saraybosna yol oluyor Şam’a, Küdüs’e, Buhara’ya…

Srebrenica yolundayız; suların rengi iman yeşiline çalmış, nehirler ışıl ışıl, sanki kristaller diyarı. Sular şehitlerin şahadetiyle dupduru. Bosna’da yer gök şimdi şehidlerine ilahi kelamdan destanlar yazıyor. Şehitlerin mübarek mezarlarının başında güneş bir başka gök bir başka.. İsmi hiç duyulmamış, şahadeti kana kana içmiş yiğitler dolaşıyor sanki buralarda, onların mücadelesiyle ikinci kez açıyoruz gözlerimizi Dünya’ya. Biz bugün şehit kardeşlerimizin dizinin dibinde oturup bilmediğimiz bir dilde edilen duaya amin diyoruz. Görüyoruz, anlamaya çalışıyoruz, anlatamıyoruz.

Bugün 11 Temmuz, artık her an 11 Temmuz. Vicdansızlar beyinleri işgal etmişken, bugün Srebrenica’da kalpler vicdan pompalıyor her zerreye. Şehitler yürekler üstünde taşınıyor. Sanki gecelerimiz aydınlanıyor. Onlar nur oluyor bizse ateşler içinde kalakalıyoruz.
Her şey hal diliyle bir şeyler anlatıyor gören gözlere, işiten kulaklara. İnsanlar savaşı unutmaya çalışsa da; yıkılan hastaneler, kütüphaneler hiç unutmamış savaşı. Köprülerden insanlar geçmez olmuş. Kapısına kilit vurulan her kapı sanki ümmetin kalbine giden bir damarı tıkamış. Ümmetin cerrahları, doktorları aralayın artık rahmet kapılarını.

Doboj’da bir rehabilitasyon merkezindeyiz, kimsesizler içinde kimsesiz kaldık. Bu insanlar yoldaşı Allah olanlar… Onlara baktıkça temizleniyoruz, tüm fazlalıklardan kurtuluyoruz. Çanak antenler, bugün daha iyi anlıyorum ki yıllarca hüzünsüz acılar yaşattın bize. Burda acı sosyal medyadakinden bambaşka. Dinlenilen her hikaye sanki insanlık için çözülmeyi bekleyen birer sır. Burada acının tarifi yok belki de hiç olmayacak.

Bosna savaşı; Bosna için, ümmet için külli hayırlara vesile olmuş. Bize unutturulan, belki de unuttuğumuz iman ruhunu hatırlatmış. Sabır ve mücadele arasındaki en çetin çizgilerde hak için ümmet yan yana, yürek yüreğe…

Başçarşı’da bir aşevine düşüyor yolumuz. Aşevinden 15 yıldır tek başına sorumlu olan ablamız sanki güç ve rahmetin timsali oluyor ve ” ben hiç ağlamadım” diyor, güç buluyoruz. Ardından bir amca geliyor, ablamız ona kuş diye hitap ediyor. Savaşta ailesini kaybetmiş, Sırplar mallarına el koymuş. Ablamız ismini bilmeden her gün amcaya yardım ediyor. Amcamız alacağını alıyor ve dönüp gidiyor. İçimden bir selam veriyorum, duyuyorum alıyor selamımı eyvallah diyorum, o gidiyor yoluna, bizse bilinmeyene…

Şimdi İhh’nın Bosna’da beraber çalıştığı EKC vakfındayız. Aliya’nın komutanlarından Şerif Patkoviç’in dizinin dibinde oturup ondan Aliya’yı dinlemek, onun gözünden Bosna’ya bakmak, Bosna’yı anlamak, ardından iman dolu nefesler almak… Ecnebi şarkıların duyulduğu 20 kişilik bir odada tekbirle sohbete başlamak… O an ilahi sır öyle dolduruyor ki içimizi her zerre umman oluyor. Sonrasında duymuyoruz “kapı gıcırtısı, insan gürültüsü” her neyse. Kitaplarda yazmayan, dinlemeden önce hissedilen edebiyatsız, felsefesiz saf iman ruhunun timsali oluyor Şerif Patkoviç. Tüm teknik ve teori laboratuvarlarına meydan okuyor. Her cümlesinde biraz daha özgürleşiyoruz. O konuşurken aklıma Ebuzer Gıfari geliyor, “Resulullah vallahi ben yeniden doğdum” diyor, tüm tabutları yıkıyor. ‘Önderimiz Rasulullahtır’ deyince söylenecek tek bir söz kalmıyor.

Travnik’deyiz… Vezirler şehri derlermiş buralara. Yeşilliklerden ilmek ilmek örülmüş sanki. 13 camisiyle umudumuz oluyor. İbrahim Paşa Medresesi’nde iki rekat namaz can katıyor canımıza.

Bosna’da bilenlerin bilmediği, arayanların bulamadığı bir şey var sanki. Müslüman Boşnaklar Allah Muhammed diyorlar, kalbe ince ince dokunuyorlar. Belki de kendi diyarımda görüp buğz edebileceğim kişilere rastlıyorum sokaklarda, her nedendir bilinmez tüm nefret ve eleştiri senaryolarını bir kenara bırakıp bir parçamı buluyorum onlarda. Ardından iman içlerde yeşerip büyüyor.

Dönüş yolu, su rengi ve yeşilin muhteşem uyumu. Yağmur sanki toprağa değil de yüreklere yağıyor, kir pas ne varsa alıp götürüyor. Bir Bosna rüyasından uyanıyoruz. Selimiye Cami’sinde bir sabah namazıyla tamamlanıyor resmimiz. Ardından diyara dönüş vakti… Trabzon’dan Bosna’ya uzanan bir rüyaydı bizimkisi. Bu Bosna rüyası duamız oluyor, Bosna için, ümmet için…

Merve ŞİMŞEK